Ana içeriğe atla

EVRİM D'EVRİM EVRİM


    D'EVRİM





Herkesin hakkında bir fikri olduğu ama kimsenin tam olarak ne olduğunu bilmediği konu; EVRİM
  Evrim Teorisi, evrimleşmenin bir sonucu olarak türlerin değişimini ve yeni türlerin oluşumunu, evrime etki eden faktörler ve mekanizmalar ile açıklayan teoridir.
Bir olgu olarak Evrim, aynı zamanda ilke olarak da bilim dünyası içinde gerçekliği hakkında tartışmasız olup evrimin tanımlanmış olan mekanizmaları arasında hangilerinin
daha ağır bastığı veya daha çok evrime etki ettiği, bunun yanında hangi faktörlerin hangi oranlarda evrim süreçlerinde etkili olduğu, bu çeşitli evrim kuramlarının incelediği ve açıklama getirdiği alanlardır.
Evrimin nasıl olduğuna dair araştırmaların açıklanmasında bu yüzden değişik evrim teorilerinden bahsedilir.
Modern biyolojide bu evrim teorilerinden birine örnek verecek olursak, Evrim teorisini tamamlayan Ortak Ata Teorisi, bu konuda Dünya üzerinde yaşayan ya da soyu
tükenmiş olan birçok canlının, hangi ortak bir atadan geldiğini inceler ve bunu bir soy ağacı oluşturarak açıklamaya çalışır. Canlıların sınıflandırılmasına dair
filogenetik sistem ise bu konuda elde edilen fosil ve genetik bulguları değerlendirerek Ortak Ata Teorisini destekler ve türler arasındaki akrabalık derecelerini
genetik ve anatomik benzerlikler düzeyinde inceler.
Moleküler evrim ise elde edilen genetik bulguları genomlar ve alleller yardımıyla değerlendirerek yine Ortak Ata Teorisini ve dolayısıyla Evrim Teorisini destekler.

Evrim teorisinin tarihçesi
Evrime dair görüşler, canlıların ortak bir ataya sahip olabilecekleri ve değişim gösterdiklerine dair bilinen kayıtlar, en az M.Ö. 6. yüzyıla, Miletli Yunan Düşünür Anaksimander‘e kadar gitmektedir. Tek tanrılı dinlerin öne sürdüğü yaratılış hikayelerine dayanılarak dünyadaki canlılığın tek seferde yaratıldığına ve bu türlerin sabit bir şekilde hiç bir değişme göstermeden günümüze kadar geldiklerine inanılmıştı. Orta Çağda ise “yaratılışçılk” inancına aykırı düşünce geliştirmek engizisyon zihniyeti tarafından yasaklanmıştı. Ancak 18. yüzyılda farklı bilim insanları ve araştırmacılarca bunun doğru olabileceğine dair şüpheler duyulmaya başladı. Bugün bildiğimiz anlamdaki Evrim kavramı ise Fransız Compt de Buffon‘a aittir. Buffon bu konuda 1749-1804 arasında 44 eser vermiştir. Buffon’un eserlerinde bilinmeyen ise “evrim olgusunu” veren ve neden olan süreçlerdi. Özellikle 18. yüzyılda bu konularda bir düşünce zenginliği gözlemlenmiş ve 1809’da Lamarck, türlerin oluşmasını ebeveynlerin hayattayken edindikleri kalıtımlar ve uyum 
sağlama yoluyla oluştuğunu söyleyen görüşünü belirtmiştir. Bu görüşler İngiltere’de siyasi ve dini düzeni tehdit eden görüşler olarak görülmüş ve oradaki bilim kurumlarınca da bu görüşler ilk önce tehlikeli olarak görülmüş, tepki çekmişti.




Bilimin hiçbir sahasının olmadığı gibi, Evrim Teorisi (ve evrimsel biyoloji) statik bir çalışma sahası değildir.

Sağlam temellere dayanan teorik altyapısı 1859 yılında Bilim tarihinin en önemli çalışmalarından birisi olarak kabul gören Türlerin Kökeni, İngiliz doğa tarihçisi Charles Darwin tarafından 24 Kasım 1859'da yayımlandı. 
Kitap, Darwin'in edindiği tecrübelerdeki gözlemlerine dayandırarak oluşturduğu biyolojik evrim kuramı üzerinedir.
İlk kıvılcım olması bakımından müthiş öneme sahiptir; ancak bu sahanın yarattığı asıl önemli bilimsel sonuçlar ve bilimde açılan çığırlar bakımından o kadar 
da önemli değildir. 
Evrimin özünü anlamak ve anlatmak bakımından halen çok değerlidir; fakat evrimsel biyolojiyi Darwin'den ve onun ileri sürdüğü haliyle Evrim Teorisi'nden ibaret görmemiz imkansızdır. Yine de amaç basit bir anlatımsa, 1982 yılında büyük evrimsel biyolog Ernst Mayr'ın özetlediği şekliyle, 5 temel nokta üzerinden Darwin'in ilk ileri sürdüğü Evrim Teorisi irdelenebilir:

1) Evrim, tek başına ele alındığında, bir organizmanın soy hattının zaman içerisinde değişimidir.
 Bu fikir, Darwin'e ait değildir ve Milattan Önce yaşamış filozoflara kadar gider (bkz: Evrim Kuramı ve Mekanizmaları). Ancak Darwin, bu görüşe yönelik, doğadan bizzat topladığı, değerlendirdiği ve izah ettiği, karşı konulamayacak miktarda kanıt sunmuştur. Öyle ki, o zamana kadar böyle bir şeyi aklına dahi getiremeyecek ve tüm türlerin sabit olarak yaratıldığını veya var oluverdiklerini düşünen binlerce biyolog, kanıtları incelemeleri sonucu sadece birkaç yıl içerisinde Evrim Teorisi'nin doğadaki değişimi net bir şekilde açıkladığını kabul etmişler, fikirlerini değiştirmişlerdir.

2) Darwin'in ileri sürdüğü ortak ata fikri, Lamarck'ın ileri sürdüğü Evrim Teorisi'nden köklü bir biçimde farklıdır.
Darwin, türlerin ortak atalardan farklılaşarak evrimleştiğini ve tüm türlerin tarihin derinliklerinde mutlaka ortak atalarda buluşmak zorunda olduğunu ileri süren ilk kişidir. Kendisi, bütün yaşamın tek ve dev bir Evrim Ağacı olarak değerlendirilebileceği görüşünü bilime kazandırmıştır. Böylece Lamarck'ın ve diğerlerinin düşündüğünün aksine, birbirinden bağımsız olarak farklılaşan soy hatlarının değil, birbirine sıkıca bağlı olan soy hatlarının evrimleştiği anlaşılmıştır. Yakın akrabaların ortak atası tarihte günümüze daha yakın zamanlarda, uzak akrabaların ise daha eski zamanlarda yaşamıştır. Örneğin, kardeşinizle olan ortak atanız muhtemelen hala yaşamaktadır (anneniz ve babanız), birinci derece kuzeninizle olan ortak atanız yaşıyor veya birkaç yıl önce yaşamış olabilir (büyük aileniz), tüm insanların Neandertaller ile ortak atası 500.000 yıl kadar önce yaşamıştır, insan ile şempanzenin ortak atası 6 milyon yıl önce yaşamıştır; ancak insan ile papatyanın ortak atası 2.5 milyar yıl kadar önce yaşamıştır.

3) Kademeli evrim, Darwin'in Evrim Teorisi'nin köşebaşı taşlarındandır. 
Günümüzde "adaptasyonculuk" olarak bilinen bir evrimsel biyoloji ekolü, halen Darwin'in bu görüşünü savunmaktadır ve halen en güçlü açıklama budur. Bu görüşe göre var olan, var olmuş ve var olacak bütün canlıların, her bir özelliği, basit ve ufak adımlardan geçerek evrimleşmiştir. Bu görüşe göre evrimde sıçramalar olmaz, bir özellik birdenbire var olamaz. Buna yönelik alternatif teoriler, evrimde asıl karakter oluşumunun, ani sıçramalar ve çok hızlı evrim dönemlerinden (Kambriyen Patlaması gibi) geçerek evrimleştiğini ileri sürer.

4) Popülasyon içi karakter dağılımının değişimi, Darwin'in Evrim Teorisi'nin temellerini oluşturmaktadır.
Bu keşfi, ölümünden sadece birkaç on yıl sonra genetiğin keşfi ve bu keşfin de Evrim Teorisi'ni %100 doğrulaması sonrası, "popülasyon genetiği" denen bilim dalının doğmasını sağlamıştır. Darwin, birçok bilim dalında yapılan sayısız devrimin başlangıcında yer almaktadır ve popülasyon genetiği de bunlardan birisidir. Ayrıca Darwin'in teorisini özel ve farklı kılan da budur. Bu keşfe göre, bir türün popülasyonu içerisindeki spesifik karakterlerin (boy uzunluğu, boyun kalınlığı, vb.) görülme sıklığının nesiller içerisindeki değişimini gözlemek, kaçınılmaz olarak evrimi gözlediğimiz anlamına gelir. Bir bireyin ömrü içerisinde yaşanan değişimlerin hiçbiri evrim değildir, gelişimdir. Ancak bir popülasyonun nesiller içerisinde geçirdiği bütün değişimler, evrimsel değişimler olmak zorundadır. Dolayısıyla gen ya da karakter frekansları (görülme ve dağılım sıklıkları) değişiyorsa, evrim var demektir.

5) Evrimin ana mekanizması Doğal Seçilim'dir. Her nesilde doğan yavrular, ebeveynlerinden birazcık farklı özelliklere sahiptirler. 
Bu özelliklerin bazıları, bazı bireylere dezavantaj sağlarken, bazı diğer özellikler bazı diğer bireylere hayatta kalma konusunda avantaj sağlar. Avantajlı olanlar daha fazla hayatta kalır, daha kolay ürer ve kendilerini avantajlı kılan genleri gelecek nesillere daha çok aktarırlar. Böylece popülasyon ve nesil bazında baktığımızda, avantajlı özellikler sayıca artar, dezavantajlı özellikler giderek azalır. Bu seçilim/eleme mekanizmasına Doğal Seçilim denir. Bu tür seçilim sonucu evrimleşen bütün özelliklere adaptasyon denir. Doğal Seçilim ve ona bağlı olarak geliştirdiği tüm bu fikirler, Darwin'in teorisini güçlü kılmaktadır.





EVRİM HAKKINDA BİLİNMEYENLER VE YANLIŞ BİLİNENLER
Evrimin kanıtlarını kendi vücudumuzda görebiliriz

Genler, yaşamın kodlarıdır ve genler yalan söylemez. Genlerin ve DNA’nın incelenmesiyle pek çok kez evrimin kanıtlandığı söyleyebiliriz.
Apandis: Eskiden ot ve meyve temelli bir diyete sahipken bitkisel selülozu sindirmemizi sağlayan apandisimiz, artık o kadar yoğun olarak ot tüketmediğimiz için körelmiştir. Ancak yapılan son araştırmalar bu organın sindirim kanalının savunma sistemine katkı sağlayacak şekilde bir işleve dönüştüğünü ortaya çıkarmıştır.

20 yaş dişleri: Ot temelli diyetten, et ağırlıklı diyete geçmemiz ve beynimizin evrimi sırasında küçülen çene yapımızdan dolayı körelen organlar arasında yer alır. Bazı insanlarda 20 yaş dişleri hiç oluşmaz, bazılarında oluşur ama çıkmaz. 

Tüylerin ürpermesi: Tüylerin ürpermesi de ilkel atalarımızın tepkilerindendir. bu durum heyecan ve korku sırasında birçok hayvanda görülür.

Kuyruk sokumunda yer alan omur uzantısı: Körelmiş bir kuyruk formuna benzer.

Ayak serçe parmağı: İnsan vücudunun ayak serçe parmağına bir ihtiyacı kalmamıştır. Bizden sonraki nesillerde bu organ işlevini yitirmiş olacağından bulunmayacaktır.

İnsan embriyosundaki solungaç yarıkları: Denizden karaya geçişin en önemli kanıtlarındandır. Bu yarıklar daha sonra kaybolur.

İNSANLAR MAYMUNLARDAN GELDİYSE, NEDEN ŞİMDİKİ MAYMUNLAR İNSANA DÖNÜŞMÜYOR?
İnsanın değişimi tüm canlılarda olduğu gibi devam etmektedir.
Bundan milyonlarca yıl sonra nasıl bir canlıya dönüşebileceğimizi, ne tür bir değişime uğrayacağımızı kestiremeyiz. 
Ancak doğanın kanunları değişmediği müddetçe evrimin bizi değiştireceği aşikardır.
Aynı şekilde maymunlar ve diğer canlılar da dönüşmektedir, değişmektedir. Ancak biz bunu göremeyiz.
Canlıların fiziksel değişimleri makro evrim ile incelenirken, genetik değişimleri mikro evrim ile incelenir.
Evrim genlerle yani mikro evrim ile başlar ve süreç fiziksel değişimlerle yani makro evrim ile devam eder.
Makro evrimi göremiyor olma sebebimiz, ömrümüzün evrimsel değişimleri algılamaya yetmeyecek kadar kısa olmasıdır.
 Nasıl ki kıtaların hareketini veya iklimlerin değişimini anlık olarak algılayamıyorsak; ancak jeolojik ve meteorolojik verilerden bu yavaş
değişimlerin varlığını anlayabiliyorsak, evrimsel sürecin yavaş 
etkisini de çok uzun zaman aralıklarında bize kayıtlar sunan fosiller ve laboratuvar deneylerinden anlayabiliriz.

Şempanze, goril ve maymunların insan DNA'sıyla %90 benzemesi ve kan proteinlerinin %100 olması insan ve maymunun evrimsel süreçteki akrabalığının en net kanıtıdır.




‘Dünya’mız bu şekilde sabit gibi görünen fizik yasaları etkisi altında dönmeyi sürdürdükçe ve canlılık, geçmişte olduğu gibi günümüzde de basit doğa yasalarına bağlı olarak varlığını sürdürdüğü müddetçe, Evrimsel Biyolojinin hayatımıza kattığı bakış açısında, yani çok basit bir başlangıçtan, bu kadar çeşitli, bu kadar güzel sayısız türün evrimleşmiş ve evrimleşmekte olduğunu gösteren bu yaşam görüşünde bir ihtişam var!’

Charles Robert Darwin

Umuyorum ki bu yazı, sizleri evrim hakkında az da olsa bir fikir sahibi yapmıştır. Unutmayalım ki bizi geliştirecek yegane şeylerden biri BİLİMDİR.



YAZAN: ÖZLEM KIRAV


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUZUL ÇAĞI DEVLERİ: MAMUTLAR

NESLİ TÜKENEN HAYVANLAR  Karnında halen anne sütü bulunan ve bir aylık yavruyken ölen mamut "Lyuba", İngiltere 'nin başkenti Londra'da sergileniyor. (Doğal Tarih Müzesi  'Buzul Çağı Devleri: Mamutlar') Mamut Uzun, kıvrık dişleri ve uzun hortumları ile bir mamut resmine baktığınızda onların fillerin ataları olduğunu anlayabilirsiniz. Mamutlar da diğer pek çok hayvan türü gibi günümüzde yaşamıyor. Fil ailesinden olan mamutların son üyeleri MÖ 1.700 yılında yaşamıştır. Bulunan en eski mamut kalıntıları, 4 milyon yaşındadır. Mamutların ilk olarak Afrika kıtasında ortaya çıktığı ve oradan Avrupa ve Asya’nın kuzey bölgeleri ile Kuzey Amerika’ya yayıldıkları; zamanla soğuğa ayak uydurmuş oldukları düşünülüyor. Mamutların Fiziksel Özellikleri: Mamutların günümüz hayvanlarından çok daha büyük olduğu sanılsada, gerçekte Afrika filinden bile daha küçüktür. Mamut olarak adlandırdığımız “Elephas Primigenius”un yerden omuza kadar olan yüksekliği...

KANIMIZDA NELER VAR

Kanımızda neler var? Düştüğümüzde, elimizi kestiğimizde veya bir yerlere çarptığımızda sık karşılaştığımız kan acaba nelerden oluşuyor bir bakalım. Deney için malzemeler büyük bir kap, beyaz pinpon topları, kırmızı el işi kağıdı ve suda büyüyen kırmızı su maymuncukları. Öncelikle kabımızın içini suyla dolduruyoruz ve kırmızı su maymuncuklarını içerisine atıp şişmesini bekliyoruz. Kırmızı su maymuncukları kana kırmızı rengi veren hemoglobin maddesini temsil ediyor. Bunların üzerlerine beyaz pinpon toplarını ekliyoruz. Pinpon topları kanda az sayıda bulunan büyük ve beyaz renkli akyuvar hücrelerimizi temsil ediyor. Son olarak kırmızı el işi kağıdımızı da küçük dikdörtgenler halinde kesip kabımızın içerisine atıyoruz. Bunlar ise kan pulcuklarımızı yani trombositlerimizi temsil ediyor. Kan pulcukları, kanın pıhtılaşmasını sağlar, pıhtılaşma için gerekli olan proteinleri üretir.Pıhtılaşan kan damarı tıkar ve kan kaybını önler. İşte bu kadaaar bundan sonra kanımızın hangi hücrelerde...

KOKULAR VE ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ

     KOKULAR VE HAYATIMIZDAKİ ROLLERİ    Burnunuz Bilir.. Koku alma duyusu (veya olfaction) en önemli duyularımızdan biridir ve beynimizin duygu, hafıza ve yaratıcılığı etkileyen kısmında yer alır. Koku alma duyusu 24 saat boyunca çalışır ve hiçbir zaman “kapatılamayan” tek duyudur. Vücudun ilk ve en tanımlayıcı deneme mekanizmasıdır, bir ortamın iyi ya da kötü olduğunu anında değerlendirir. Duyguların iletişimi koku ile yapılabilir. Kokunun ruhsal durum, hafıza, duygular, eş seçimi, bağışıklık sistemi ve hormonları etkilediği yönünde iddialar da bulunmaktadır. Akademisyenler ve araştırmacılar, kokunun en basit tanımıyla istekleri doğrulayan bir ruh hali ürettiği ve bu yüzden etkili olduğu yönünde fikir birliği içerisindedirler. Aristo’nun tanımladığı beş duyudan ikisi olan koku ve tat alma, “kimyasal duyular” olarak adlandırılır ve kimi zaman birbirinden ayrı değil bir tek duyu olarak değerlendirilir. Aldığımız tatların yaklaşık %80’i aslında ...