Ana içeriğe atla

DENİZ ALTINI TANIYORMUYUZ?


DÜNYANIN EN DERİN NOKTASI:MARİANA ÇUKURU




Tarihin bir bölümüne kadar insanlar, aynı dünyanın düz olduğunu düşündükleri gibi, deniz altının da düz olduğunu düşünüyorlardı. 1872 yılında, İngiliz bilim adamlarından oluşan bir ekip HMS Challenger isimli gemiyle, okyanus tabanının haritasını çıkarmak için yola çıktı. Bu yolculuk kaynaklara, ‘Challenger seferi‘ olarak geçmişti. 70.000 deniz mili yol kat edilen ve 4.000 yeni canlı türünün keşfedildiği sefer, oşinografinin -okyanus bilimi- başlangıcı olarak kabul ediliyor. Araştırma gayet ilkel bir yöntemle: Yüzlerce kiloluk kurşun ağırlık, çok uzun halatlara bağlanıp denize sarkıtılarak yapılıyordu. O yıllarda okyanus tabanını ölçecek bir teknoloji bulunmadığından bu yorucu yöntem kullanılıyordu. Challenger bu şekilde okyanuslarda araştırmasına devam ediyordu. Böylece Batı Pasifiğe geldiler.
 Japonya ve Endonezya yakınlarında bulunan Guam Adası’nın 320 km yakınlarında ölçüm için ip sarkıttıklarında, ağırlık sürekli dibe indi ve sonunda; deniz yüzeyinin 8 km kadar altında, 4.475 kulaç sonra deniz tabanına oturdu, Bu şaşırtıcı sürpriz, şüphesiz beklenmiyordu. Bilim adamları, bunun nedenini ve su altındaki yapıyı merak ettiler Challenger‘ın bu beklenmeyen keşfi, Okyanus tabanının ilk haritasını oluşturdu ve oşinografinin -okyanus bilimi- doğmasına neden oldu. Fakat enteresan bir şekilde, Batı Pasifik’te okyanus yüzeyine oranla çok büyük bir derinlik vardı. Bu derinlik uzun zamandır, düz olduğu sanılan deniz yüzeyinin sanıldığının aksine yer yer farklılıklar gösteren bir yapısının olduğunu ortaya çıkararak, önceki düşünceyi alt üst etti.

Mariana Çukuru’nun keşfi

Seferin sonuçları Report of the Scientific Results of the Exploring Voyage of H.M.S. Challenger during the years 1873-76 adlı yapıtla bilim dünyasına duyurulmuştu. Bu şaşırtıcı keşifle, tabiri caizse bilim dünyasında yer yerinden oynadı. Ancak, Mariana Çukuru gizemini korumaya devam etti, çukurun nasıl oluştuğu sorusu, on yıllarca bilim dünyasını meşgul etti. Ta ki 1900’lü yılların başında, ‘sonar’ teknolojisi kullanılmaya başlayana kadar. 1940’larda, 2. Dünya Savaşı sırasında, müttefik kuvvetlerin Nazi denizaltılarının yerini bulmak için daha da geliştirdiği sonar teknolojisi Mariana Çukuru’nun sır kapısını da araladı


mariana çukuru
Sonar Teknolojisi

Bu teknolojiyle, deniz yüzeyinden su altına gönderilen ve su boyunca ilerleyen ses dalgaları, katı zemine çarptığında sekerek geri dönüyor ve detektöre giriyordu. Bilim insanları bu şekilde dalganın geri dönüş sürecini ölçerek, su altının detaylı haritasını çıkarabileceklerini düşündüler.
1951 yılında, İngiliz donanmasına ait bir araştırma gemisi, Challenger tarafından bulunan Mariana çukurunda araştırma yapmak için bölgeye gitti. Bu defa araştırmacılar, gelişmiş sonar cihazlarıyla donanmış, daha kapsamlı ekipmanlara sahipti. Araştırma sonucunda, 11.033 metre yüksekliği olan Mariana çukurunun bir delik değil, Türkiye’nin doğudan batıya 1650 km olan yüz ölçümünün neredeyse üç katı, 2.542 km uzunluğa ve 69 km genişliğe sahip olan dev bir hendeğin sadece bir parçası olduğunu öğrendiler. Burası, okyanusun en derin noktasıydı. Mariana Çukuru, günümüzde de Dünya’nın en derin noktası olarak kabul edilmektedir.

Bilim insanları sonunda aradıkları cevabı bulmuştu!

mariana çukuruRastlantı eseri 1872 yılında bulunan bir çukur, 1977 yılına kadar, tam 105 yıl süren bir araştırma dizisinin sonunda; Yer Küre’nin birçok sırrının çözülmesine ışık tuttu. İnsanlığın, savaşın yıkım ve ölüm getiren gölgesinde zarar vermek ya da korunmak için geliştirdiği teknolojiler; doğru kullanıldıklarında dünyanın karanlıklarını aydınlattı. Mariana Çukuru, insanlığın dünya yapbozundaki parçaları görmesinde şüphesiz büyük bir rol oynamıştı. Bugün hala dünyanın karanlıkta kalan, çözülemeyen bilmeceleri, kayıp yapboz parçaları var. Ve doğa bir şekilde, insanlığa kapalı kapıların anahtarlarını sunuyor. Buna karşılık insan nesli, hem birbirine, hem de sonuçlarını düşünmeden, gezegene zarar vermeye devam ediyor…
James Cameron Mariana Çukuru'na indi!

Cameron, indiği noktanın 'güneş ışığından, ısıdan ve her türlü sıcaklık derecesinden' tamamen yoksun olduğunun altını çizdi ve 'başka bir gezegene gidip geri geldiği' duygusuna kapıldığını ifade etti.
James Cameron’ı 156 dakikalık bir yolculukla dünyanın tabanına indiren ve beklenenden daha kısa olmak üzere, 70 dakikada yüzeye çıkartan “Dikey Torpil” adlı denizaltının önemli özellikleri var.

     MARİANA ÇUKURUNDA YAŞAYAN 14 CEHENNEM YARATIĞI

  • Goblin köpekbalığı


2.5m ile 4m arasında bir uzunlukta olabilen bu korkunç yaratık, ilk olarak 1898 yılında keşfedilmiştir. Erkekleri 250 kiloya kadar çıkabilir.

  • Balta Balığı
Kendi ışığını özel organları yardımıyla üretebilen balta balığı 600 m ile 2 km arasındaki derinliklerde bulunur. Bu nedenle oldukça hassas gözleri mevcuttur.



  • Futbol(Amerikan futbolu) Balığı
Amerikan futbolu topuna benzeyen bu balık ağzının önündeki ampulü kendisine yem çekmek için tuzak kurmak amacıyla kullanır.


  • Fırfırlı köpekbalığı
25lik sıralar halinde dizilmiş 300 adet dişi olan bu tarihöncesi dönemden günümüze kalmış yaratığın hamileliği tamı tamına 3.5 yıl sürmektedir. Bu hamilelik süresi olarak tüm hayvanlar arasında bir rekordur.


  • Dumbo ahtapot


3 km ile 3.5 km arasında yaşayan bu ahtapot kurt ve diğer deniz tabanı sürüngenleri ile beslenir.Mariana çukurunda yaşayan keşfedilmiş hayvanların içerisinde en ponçik olanıdır.




  • Yelpaze yüzgeçli deniz şeytanı
Erkekleri yaklaşık 1.5 cm olan bu türde dişilerse 20 cmye kadar büyüyebilir. Çiftleşmede erkekleri iç güveysinden pek bir hallice olurlar. Çünkü erkek dişiye bir parazit gibi bağlanarak kan dolaşımını paylaşır.


  • Dragon balığı
Dragon balığı eş yada av bulmak için çenesine bağlı olan ve kendinden ışık veren çatalı kullanır. Yuttuğu avı ise zifiri karanlıktaki midesinde dışardan gizlenmektedir.


  • Teleskop ahtapot
Dönen göz küreleri ile inanılmaz bir görüş kapasitesi olan bu ahtapot tamamen şeffaftır.


  • Bidongöz
600 m civarinda yaşayan bu balıksa gözlerinde yeşil ışık filtresi bulundurmakta ve bu filtre sayesinde bu derinliğe gelen çok eser miktardaki ışığı avlanma amaçlı kullanabilmektedir.


  • Engerek balığı

1.5 km derinlikte yaşayan engerek balığının dişleri o kadar uzundur ki üst çenesinden kıvrılıp gözüne kadar ulaşır. Oldukça hızlı yüzen bu balıklar bu dişleri ile avlarını mızraklarlar.

  • Pençediş


Okyanustaki en uzun dişlere sahip bu balık eğer biraz az derinliğe yükselirse ton balığına yem olmaktan kurtulamaz. Çünkü korkunç görüntüsüne bakmayarak sadece 20 cm büyüklüğüne erişebilir.

  • Hirondellea
Derin diplere ulaşan bitki ve ağaç tortularıyla beslenen bu yaratık 9km ve daha derin yerlerde yaşar. Ayriyeten midelerinde ürettikleri özel enzimler sayesinde diğer balıkların çöp diye nitelendirdiği ve tenezzül etmediği maddeleri yiyebilirler.


  • Ping-pong ağaç süngeri
2.5 km civarında derinlikte yaşayan bu sünger etoburdur. 50 cm uzunluğuna erişebilir. Görünüşte korkunç gelmeyebilir ancak vucutlarındaki ince tüyler sayesinde gelip geçen minik yaratıkları yakalarlar. Ardından süngerdeki hücreler yaratığı yavaşça sindirir.



  • Enypniastes
Enypniastes 4.5 km civarında bir derinlikte yaşayan bir tür deniz hıyarıdır. Kırmızı bölge ağzı onun etrafındaki dokunaçlarsa deniz çamurunu araştırarak hayal gücüne pek de gerek bırakmayacak şekilde mideye indirir.




kaynaklar
https://indigodergisi.com/2014/07/yer-kurenin-sirri-mariana-cukuru/
http://superileri.com/mariana-cukurundaki-11km-derinlikte-suda-yasayan-14-cehennem-yaratigi/
http://www.sabah.com.tr/galeri/kultursanat/james-cameron-mariana-cukuruna-indi/8

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BUZUL ÇAĞI DEVLERİ: MAMUTLAR

NESLİ TÜKENEN HAYVANLAR  Karnında halen anne sütü bulunan ve bir aylık yavruyken ölen mamut "Lyuba", İngiltere 'nin başkenti Londra'da sergileniyor. (Doğal Tarih Müzesi  'Buzul Çağı Devleri: Mamutlar') Mamut Uzun, kıvrık dişleri ve uzun hortumları ile bir mamut resmine baktığınızda onların fillerin ataları olduğunu anlayabilirsiniz. Mamutlar da diğer pek çok hayvan türü gibi günümüzde yaşamıyor. Fil ailesinden olan mamutların son üyeleri MÖ 1.700 yılında yaşamıştır. Bulunan en eski mamut kalıntıları, 4 milyon yaşındadır. Mamutların ilk olarak Afrika kıtasında ortaya çıktığı ve oradan Avrupa ve Asya’nın kuzey bölgeleri ile Kuzey Amerika’ya yayıldıkları; zamanla soğuğa ayak uydurmuş oldukları düşünülüyor. Mamutların Fiziksel Özellikleri: Mamutların günümüz hayvanlarından çok daha büyük olduğu sanılsada, gerçekte Afrika filinden bile daha küçüktür. Mamut olarak adlandırdığımız “Elephas Primigenius”un yerden omuza kadar olan yüksekliği...

KANIMIZDA NELER VAR

Kanımızda neler var? Düştüğümüzde, elimizi kestiğimizde veya bir yerlere çarptığımızda sık karşılaştığımız kan acaba nelerden oluşuyor bir bakalım. Deney için malzemeler büyük bir kap, beyaz pinpon topları, kırmızı el işi kağıdı ve suda büyüyen kırmızı su maymuncukları. Öncelikle kabımızın içini suyla dolduruyoruz ve kırmızı su maymuncuklarını içerisine atıp şişmesini bekliyoruz. Kırmızı su maymuncukları kana kırmızı rengi veren hemoglobin maddesini temsil ediyor. Bunların üzerlerine beyaz pinpon toplarını ekliyoruz. Pinpon topları kanda az sayıda bulunan büyük ve beyaz renkli akyuvar hücrelerimizi temsil ediyor. Son olarak kırmızı el işi kağıdımızı da küçük dikdörtgenler halinde kesip kabımızın içerisine atıyoruz. Bunlar ise kan pulcuklarımızı yani trombositlerimizi temsil ediyor. Kan pulcukları, kanın pıhtılaşmasını sağlar, pıhtılaşma için gerekli olan proteinleri üretir.Pıhtılaşan kan damarı tıkar ve kan kaybını önler. İşte bu kadaaar bundan sonra kanımızın hangi hücrelerde...

KOKULAR VE ÜZERİMİZDEKİ ETKİLERİ

     KOKULAR VE HAYATIMIZDAKİ ROLLERİ    Burnunuz Bilir.. Koku alma duyusu (veya olfaction) en önemli duyularımızdan biridir ve beynimizin duygu, hafıza ve yaratıcılığı etkileyen kısmında yer alır. Koku alma duyusu 24 saat boyunca çalışır ve hiçbir zaman “kapatılamayan” tek duyudur. Vücudun ilk ve en tanımlayıcı deneme mekanizmasıdır, bir ortamın iyi ya da kötü olduğunu anında değerlendirir. Duyguların iletişimi koku ile yapılabilir. Kokunun ruhsal durum, hafıza, duygular, eş seçimi, bağışıklık sistemi ve hormonları etkilediği yönünde iddialar da bulunmaktadır. Akademisyenler ve araştırmacılar, kokunun en basit tanımıyla istekleri doğrulayan bir ruh hali ürettiği ve bu yüzden etkili olduğu yönünde fikir birliği içerisindedirler. Aristo’nun tanımladığı beş duyudan ikisi olan koku ve tat alma, “kimyasal duyular” olarak adlandırılır ve kimi zaman birbirinden ayrı değil bir tek duyu olarak değerlendirilir. Aldığımız tatların yaklaşık %80’i aslında ...